top of page

Sabetay Sevi

1626, İzmir - 1676, Dulgino

Mesihliğini iddia ederek en büyük mesiyanik hareketlerinden birine yol açan ve Müslüman olduktan Aziz Mehmet Efendi alıp, Dönme cemaatini kuran İzmirli Yahudi mistik.

1626’da İzmir’de kuvvetle muhtemel İspanyol kökenli ve ticaretle uğraşan Yahudi bir ailenin üç oğlundan birisi olarak dünyaya gelmiştir. Doğduğu ev ve mahalle halen İzmir’in eski Yahudi mahallesinde bulunmaktadır. Küçük yaştan itibaren dini ve mistik konularda eğitim almış, şehrin en ünlü hahamlarından olan ve daha sonra muhalifi olacak olan Joseph Eskapha’dan dersler almış ve 18 yaşında iken akranları arasından sıyrılıp hahamlık icazeti almıştır. Ancak hahamlık yapmak yerine kendisini mistik konularla ilgilenmeye adamıştır.

Okuduklarının ve düşündüklerinin etkisi altında kalarak bir süre sonra kendisinin Yahudilerin yüzyıllardır bekledikleri Mesih olduğuna inanmış ve 1648 yılında İzmir’de kendisini Mesih ilan etmiştir. Aynı yıllarda Doğu Avrupa’nın pek çok yerinde büyük katliamlara maruz kalan Yahudiler, derin hayal kırıklıkları, ümitsizlilikle yaşamışlar, ve aralarında kurtarıcı Mesih beklentisini çoğaltmıştır. Kurtarıcı olduğunu düşünen ve garip davranışlar sergileyen Sabatay, Yahudi cemaati tarafından eleştirilere maruz kalmış ve bir süre sonra da İzmir’den kovulmuştur. Böylelikle Sevi neredeyse ölümüne kadar hiç bitmeyecek olan seyahatlerine başlamış ve Selanik İstanbul, Halep, Kudüs ve Kahire gibi şehirlerde yaşayarak, buralardaki Yahudi ve Yahudi olmayan mistiklerle karşılaşma ve konuşma imkanı bulmuştur. Bu arada üç defa evlenmiş, ancak hiçbir eşiyle ilişkiye girmemiştir.

Kudüslü fakir Yahudiler için para toplamak maksadıyla Kahire’ye sık sık gider gelir olmuş ve burada Yahudi Cemaatin ileri gelenleri ile yakın ilişkiler kurmuştur. Hatta Kahire darphanesinden sorumlu olan Yahudi Rafael Çelebi bir süre sonra kendisinin hem müridi ve hamisi olmuştur. Rafael Çelebi aynı zamanda Sabatay’ın dördüncü defa evlenmesine de vesile olmuş, ve Doğu Avrupa kökenli ve Amsterdam’dan Mesihle evleneceği hakkında rüya gördüğü iddiası ile Kahire’ye gelen Sara ile evlenmesine aracılık etmiştir.

Kudüste özellikle mistiklerle arası bir hayli iyi olmuş ve Kabalanın “teosofik” Lurianik ekolüne mensup olan Gazalı Nathan kendisine ev sahipliği yapmış ve derin bir sempati duymuştur. Lurianik Kabala, Safed’li Isaac Luria (ö. 1576) tarafından, Yahudilerin “altın çağ” dedikleri İspanya tecrübesinin kötü bir şekilde bitmesinin derin hayal kırıklıklarının atmosferinde ortaya çıkmış bir Kabala yorumudur. Bu inanışa göre “mistik” bir kimsenin yapması gereken tanrının emirlerine harfiyen uymak ve böylelikle şeytani dünyaya hapsolmuş olan “ilahi nurları” birer birer kurtararak ilahi planın “kötülüğü” tamamen yok etme planına yardım etmektir. Ancak büyük bir “nur” parçası öylesine büyük bir “şeytani kabuk” içine sıkışmıştır ki, bunu kurtarmaya sıradan bir mistiğin gücü yetmezdi, ve işte bunu sadece bir Mesih kurtarabilirdi. Kabalanın en büyük alimlerinden olan Gershom Scholem'e göre bu inanış Sabatay hareketinin başarısının arkasındaki temel sebepti. Ancak daha sonraki çalışmalar göstermiştir ki, Sabatay hem “teosofik” Luria geleneğini, hem de Doğu ve Bizans Yahudi Kabalistlerinin mensup olduklari “pratik” Kabala’yı kendi düşüncesinde birleştirmişti (Idel, 1988).

Nitekim Nathan 1665 yılında Sabatay’ın beklenen gerçek Mesih olduğu iddia edip, onun “peygamberliği” görevini üstlendiğinde bu haber tüm Yahudiler arasında hızla yayıldı. Burada ayrıca şunu da bilmek gerekir ki, özellikle İspanya sürgününden sonraki yüzyıllarda hem siyasi hem de ekonomik olarak dünyanın her yerinde durumları kötüye giden Yahudiler için böylesi bir kurtarıcı haberine inanmanın çok fazla zor değildi. 1665 sonbaharında Sabbatai tekrar kendi şehri İzmir’e dönmüş ancak bu dönüş taraftarlarınca sevinçle karşılanırken, hahamlarca büyük tepkiyle karşılaşmıştır. Birkaç ay inzivada kalan Mesih, bir süre sonra dışarı çıkarak taraftarları ile sokaklarda dolaşmaya başlamıştır. Bu tür davranışlarından dolayı bazı modern tarihçiler Sabatay’ın “manik-depresif” olduğuna hükmetmiş, ancak tarihteki mistik şahsiyetlerinin bir çoğunun benzeri davranışları gösterdiğini göz ardı etmişlerdir (Scholem, 1973). İzmir baş hahamı Hayim Benveniste Yahudileri Sabatay’a karşı uyarsa da sonuç fazla değişmemiş, Cemaat ikiye bölünmüştür. Bir defasında bir tartışma sonucunda kaçıp Portekiz Sinagoguna sığınan Benvenisteyi, Sabatay ve taraftarları takip etmiş, Sinagog’un kapılarını kırarak içeri girmişler ve o kürsüye çıkarak vaaz vermiş, daha sonra da yasak olmasına rağmen kadınları kürsüye çıkartarak Tevrat okutmuştur. Buna benzer “antinomian” davranışları daha sonra artarak devam etmiş, ve domuz yağı yemek, Yahudi Tapınakların yıkıldığı gün olan 9 Temmuz’u kendi doğum günü saydığından üzüntüyü sevince çevirmek gibi Yahudilikçe hassas pek çok konuyu ihlal etmiştir. Osmanlı otoritelerinin Yahudi cemaati içinde kargaşaya yol açan bu gelişmeleri takip ettikleri muhakkaktır. Kısa bir süre içerisinde Mesih’in ünü Osmanlı topraklarını aşarak Yemen’den Isfahan’a, Fas’tan Selanik’e, Moskova’dan Londra’ya hatta Yeni Dünya’da Boston’a kadar ulaşmıştır. 1666 yılı sembolik olarak Yahudilerden ziyade Hıristiyanlar için önemlidir, çünkü bu tarih Hıristiyan Mesih’inin yani İsa’nın ikinci kez geleceği tarih olduğu inanılıyordu. Ancak Mesih’ten önce Deccalın gelmesi gerekiyordu ve işte bu gelen Yahudi Mesih, Deccalın ta kendisi idi.

Dahası Osmanlı topraklarından çıkan bir Deccal Osmanlı İmparatorluğu’nun da sonunu getirecek ve inanışa göre Kudüs’ün kapılarını Yahudilere ve nihayetinde Hıristiyanlara açacaktı. Bu yüzden de, başka çalışmalarda gösteriliği gibi (Şişman, 2005), Hareket hakkındakı haberler Osmanlı Yahudileri arasında heyecan uyandırdığından daha ziyade Avrupalı Hıristiyanlar ve Yahudiler arasında uyandırmıştı. Gerek Osmanlı Yahudilerinin gerekse ticaretleri sekteye uğrayan bazı Avrupa devletlerinin şikayetleri üzerine, Yahudi Cemaati içerisinde daha fazla “fesad”a yol açılmaması için Osmanlı otoriteleri devreye girerek Sabatay’ı İzmir’den İstanbul’a getirterek içinde Vezir Köprülü Ahmet Paşa’nın de olduğu bir mecliste sorguladılar ve bir süre sonra da Çanakkale Boğazındaki bugünkü Kilit Bahir kalesine hapsettiler. Benzeri bir “fesad” belki IV Mehmet değil de IV. Murat zamanında çıksa idi Sabatay’ın idam edilmesi kuvvetle muhtemeldi, ancak İmparatorluk görece olarak kendine daha güvenli olması ve barışçıl günlerden geçmesi dolayısı ile Sabatay sadece hapis cezasına çarptırılmıştı. Diğer bir görüşe göre ise Vezirin mali danışmanlığını yapan Judah ben Mordehay Kohen’in araya girmesi Sevi’nin cezasını hafifletmiştir. Hapsedilmesi taraftarları arasında daha büyük bir heyecana yol açtı, ve hatta Osmanlı toprakları dışından gelen inananlarla beraber Harekete katılanların sayısı gün be gün artarak kontrolden çıkma aşamasına geldi. Otoritelerin tahammül sınırlarını zorlayan bu gelişmeler üzerine Sabatay Edirne’ye getirilerek 17 Eylül 1666 yılında Padişahın gözetiminde, Padişah’in hocası olan Vani Efendi ve Şeyhülislam Minkarizade Yahya Efendi tarafından sorgulandı. Kendisine “bu meclisten halasa imkan yoktur” denilerek Müslüman olması ya da ölüm tercihi verildi. Yahudi din ve hukukunda hayat ölümden daha değerli sayıldığından, Sabatay yaşamayı yani Müslüman olmayı tercih etti. Ve Aziz Mehmet Efendi adını alarak Vani Efendi’nin gözetiminde Sarayda uzun sürecek olan İslami eğitimine başladı. Sorgulama sırasında dışarıda bekleyen büyük inanan kalabalık Sabatay’ın Padişahı da ikna ederek, Osmanlı orduları önünde Yahudiliğin asıl düşmanı Edom’a karşı yani Hristiyanlık’a karşı savaş açacağını düşünürken, Onu karşılarında sarıklı bir Müslüman olarak görmeleri derin bir hayal kırıklığı yarattı. Kalabalığın büyük bir bölümü Sabatay’a “Yalancı Mesih” ünvanı vererek eski dinlerine ve evlerine dönerken, küçük bir inanır gurubu hiçbir şekilde yanılmaz olduğu kabul edilen Mesihi takip ederek Müslüman oldular ve böylelikle daha sonra “Dönme” cemaati diye adlandırılan gurubun başlangıcını ortaya çıkarmış oldular. Diğer küçük bir gurup ise Yahudiliğin içinde kalarak Sabatay’ın Mesih olduğuna inanmaya devam ederek Yahudi Sabatayistler adını aldılar. Sabatay’ın kendi inanınca göre ise her şey ilahi bir planın parçası idi. Aziz Mehmet Efendi uzun süren İslami eğitimi sırasında hem şeriat hem tarikat bilgisi aldı ve hatta Edirne’de bulunan Bektaşi tekkelerini ziyaret etti. Zamanla kafasında Kabala ve Sufizm’in karışımı olan yeni bir teoloji oluşturarak, Mesihliğinin yeni bir aşamaya geldiğine inanmaya başladı. İslami eğitiminin tamamlandığı düşünülen Mehmet Efendi, Vani Efendi ve Padişah’ın Gayri Müslimleri İslamlaştırma politikasının bir parçası olarak Sinagoglara gönderildi. Ve beklendiği gibi kısa zaman içerisine Sabatay pek çok Yahudinin Müslüman olmasına vesile oldu. 1673 yılında Kuruçeşme’de bir evde yaptığı bir ayin sırasında Mehmet Efendinin bir elinde Kuran bir elinde Tevrat olduğu halde bulunması ve kendisine inanların aslında tam olarak Müslüman olmadıkları daha ziyade İslam ve Yahudilik karışımı bir teolojiye inandıkları anlaşılması üzerine, Mehmet Efendi bir kez defa daha yargılandı, ancak yine ölüm cezasına çarptırılmak yerine bugünkü Karadağ sınırları içinde bulunan Ülgün’e sürgüne gönderildi (Galland, 1949). Neden ölüm cezasına çarptırılmadığı, Vani Efendi ve Padişah’ın annesi Turhan Sultan ile dostluğuna da bağlanmaktadır. Ülgün çok fazla Yahudinin yaşadığı bir yer değildi, ancak inananları Mehmet Efendiyi yalnız bırakmamışlar özellikle Selanik’te toplanmaya başlayarak sürekli onun ziyaretine gitmişlerdir. Selanik’te Sabatay’ın koyduğu prensipler doğrultusunda bir cemaat ortaya çıkmaya başlamış ve eski hahamlardan olan Filozofos etrafında teşkilatlanmaya başlamıştır. Dördüncü eşi Sara 1671 yılında öldüğünden, Sabatay Filosofos’un kızı Ayşe ile evlenmiş, ve bu da Filozofos ailesini doğal lider yapmıştı. Üç yıl sürgünde yaşayan Mehmet Efendi, hayatının sonlarına doğru eski dinine biraz daha fazla ilgi göstermeye başlamış, hatta Selanik’e gönderdiği son mektupların birinde Yahudi dua kitabı istemiştir. Ölmeden az bir zaman önce ise belki de başarısızlığının bir göstergesi ve hayal kırıklığının bir ifadesi olarak kendini ziyarete gelen bir müridine “artık herkes evine dönsün” demiştir. 1676 yılında 50 yaşında iken hayata gözlerini yummuş ya da inanışa göre deniz kıyısında bir mağaraya girerek “gözden kaybolmuştur”. Bundan dolayı ölmediği ve Hristiyanlık ya da Şia inancındakine benzer bir inançla, ikinci defa misyonunu tamamlamak üzere geri geleceğine inanılmıştır. Mezarı Arnavutluk’taki Berat kasabasında oluğu iddia edilse de kuvvetle muhtemel Ülgün’de ve Aziz Mehmed Efendi adıyla 1900’lü yıllara kadar bilinen bir türbededir. Başka bir inanca göre ise mezarı doğum yeri olan İzmir’e nakledilmiştir. Ölümünden sonra Sabatay Sevi ya da Mehmet Efendinin mirası devam etmiş ve çoğunluğu Selanik’te toplanan inananlar öncelikle Mehmet Efendinin son eşi Ayşe’nin kardeşi Yakup etrafında birleşmişler ancak daha sonra liderlik kavgaları yüzünden önce ikiye daha sonra da üçe ayrılarak sırasıyla yirminci yüzyıldaki bilinen adları ile Yakubiler, Karakaşlar ve Kapancılar adlarını almış, ancak genel olara Dönme, Avdeti, ya da Selanikliler olara bilinegelmişlerdir. On yedinci yüzyılın sonlarında sayıları yaklaşık bin kişi olan cemaat on dokuzuncu yüzyılda on bin kişi civarına yaklaşmıştır. Cemaatin on dokuzuncu yüzyılda modernleşmenin etkisi ile geleneksel dini yapısı bozulmaya başlamış, ve nitekim 1924 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında gerçekleşen nüfus mübadelesinde cemaat mensuplarının neredeyse tamamı Türkiye’ye göç ederek giderek küçülen bir gurup hariç varlıklarını daha ziyade sosyolojik bir cemaat olarak sürdürmeye başlamışlardır.

Bibliyografya: Moshe Attias, Shirot ve Tishbahot shel haShabtaut, (Sabataycı Şarkı ve İlahiler) önsöz, Yitshak Ben-Zwi, Telaviv, 1948; Antoine Galland, 1646-1715. Istanbul'a Ait Günlük Hatıralar, 1672-1673, Ankara, 1949; Heinrich Graetz, Geschichte der Juden von den ältesten zeiten bis auf die gegenwart. Aus den quellen neu bearb, Leipzig, 1897; Moshe Idel, Kabbala: New Perspectives, New York, 1988; Sir Paul Rycaut, The Present State of the Ottoman Empire, London, 1668; Jacob Sasportas, Tsitsat Novel Tsevi, Jerusalem, 1954; Gershom Scholem, Sabbatai Sevi: Mytical Messiah, Princeton, 1972; Cengiz Şişman, A Jewish Messiah in the Ottoman Court: Sabbatai Sevi and the Emergence of a Judeo-Islamic Community (1666-1720), basılmamış doktora tezi, Harvard Universitesi, 2005.

Yazar: Cengiz Şişman

bottom of page